Soyut Sanat, üreticinin hayal gücü, düş ürünü, kurgu yetisiyle var olabileceği gibi yine üreticinin herhangi bir nesnenin biçimi genelleştirmesi, sadeleştirmesi veya içsel bir kargaşa ile şekillendirmesiyle de elde edilebilir. Bu biçimlendirme sonucunda ortaya çıkan imge asıl nesneyi çağrıştırabileceği için yapılan eylemi soyut yerine “soyutlama” terimi ile isimlendirmek daha doğru olacaktır. İlk soyut resmin kimin elinden çıkmış olduğu sanat tarihinde bir tartışma konusu olsa da, 1890’ların ikinci yarısında Cezanne , bir imgenin farklı öğeleri arasında denge yaratmaya çalışırken birbirini tekrarlayan fırça vuruşlarıyla doğal biçimler arasında kargaşa yaratmıştır.
Cezanne çalışmalarında betimlemelerden uzaklaşarak ve giderek soyuta yönelmesi ile başladığı bu dönem ile 20.yy başlarında Kandinsky, Mondrian, ve Maleviç gibi sanatçıların doğaya bağımlı olarak resmetmekten uzaklaşarak bütünüyle görsel bir anlatıma ulaşmaları, çağın sanat değerlerinin değişime uğraması konusunda etkileyici olmuştur. Öyle ki bu dönemden 1960’lara değin soyut sanat, sanatın en üstün aşaması olarak yorumlanmıştır. Batı sanatı 20.yy ‘da biçim değeri ve görsel dil üzerine ilgilerin yoğunlaşmasıyla birlikte görüntünün sanatta yeterli ve geçerli bir anlatım olarak gelişmesi ile uzun bir süre soyut sanat egemenliği altında varlığını sürdürmüştür. Cezanne’ın son yıllarda, yaptığı resimleri, fırça vuruşlarının ve renk alanlarının resim yüzeyinde bıraktığı etkiler giderek Kübizm’e ve geometrik soyutlamaya yol açmıştır.
Ayrıca Kandinsky’nin manzaradan kaynaklanan serbest, renkçi soyutlamaları ise Avrupa’da lirik ya da anlatımcı soyut resmin ilk adımlarını atmıştır. Kandinsky soyut sanat adım attığı yıllarda Teosifi akımından oldukça etkilenmiştir. “Sanatta Manevilik Üstüne” adlı kitabında bahsettiği ve aralarında Mondrian, Maleviç gibi sanatçılarında bulunduğu bu akımda, ruh ve madde birbirinden ayrı değildir. Teosifi akımında İnsan ruhunun duygularla algılayabildiği tek alan olan sanat ile duygularını da aşarak en üst düzeye yani ruhsallığa ulaşabileceği düşüncesi benimsenmiştir. Soyut sanatın ortaya çıkmasıyla sanat maddeyi tasvir etmekten uzaklaşarak sanatçının iç dünyasına doğru uzanan bir yol oluşturmuştur. Mondrian; “Sanat ancak maddi olmayanı ifade ettiği sürece bir anlam taşır.
Zira sanat ancak bu şekilde insanı kendi bulunduğu düzeyin üstüne yükseltmek olanağına sahip olur” diyerek düşüncelerini dile getirmiştir. Mondrian’a göre soyutlamayı, bilincin eleme gücünü kullanması ve bu gücün yerine göre yıkma, yok etme eylemlerini gerçekleştirmesi olarak tanımlar. Doğayı yıkmanın derinliği bulmak olduğuna inanması, sanatta monotonluktan uzak durmak için simetrinin kullanılmaması gerektiğine inanan Mondrian dengenin düşünsel bir değerler taşıması ve insancıl olması gerektiğine inanıyordu. Maleviç ise sanatta kabul gören bütün gerçekleri, tamamen yok sayarak biçimden uzaklaşıyor, yıkmak, yok etmek ve yeniden yaratmak için “Sıfır Biçim” i savunuyordu. Nesnenin ağır yükünden kurtularak ancak yeniden var olunması gerektiğine inanan Maleviç yansıtmacılığın kurallarının bittiği yerde özgürlüğün başladığını savunurdu.
Soyut sanat ile renk ve biçim, betimleme zorunluluğundan kurtarılmış, denge, simetri, perspektif tamamıyla ortadan kaldırılarak, sanat görünen dünyayı taklit etme görevinden uzaklaştırılmıştır. Soyu sanat sadece sanatçının iç-dünyasındaki ruhsal etkileşimler sonucunda meydana gelen eylemler olarak nitelendirilmemelidir. Bununda ötesinde gündelik duygu değişimlerinden kurtularak, öfke, hırs, hüzün, mutluluk gibi anlık değişimlerle mahkum olan ruhu arındırarak gerçek özgürlüğe kavuşma çabasıdır. Soyut sanat sadece sanatçının duygu değişimlerini dile getirmek için var olsaydı kuralları yok etmek isterken yeni bir bağımlılığa mahkum eserler ortaya çıkardı.
Ayşe AYGÜN /2018
KAYNAKÇA
Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi
Sanatta Devrim,Nazan İşbiroğlu-Mazhar İşpiroğlu
Nicolo Nonhoff, Cezanne
- Etiketler:
- Ayşe Aygün
- Soyut Sanat