Toprağını kokladığım bu şehir sunmuştu bana onu. Gökyüzündeki perdelerin güneşi kapamak için hazırlandığı bir gün sonunda acemi bir telaşla yaklaşmıştı yanıma. Gözlerimin içine bakıp anlattıklarımın yararını düşünürken bile bu acemiliği devam ediyordu. Telaşı kararsızlığı ve rotasının doğru yönde olduğuna inanıp geri dönmesi ilgimi çekmeye yetmişti.
Gözleriyle ilk terapim de karmakarışık olduğunu anlamaya yetecek tecrübeye sahip miydim o an, bilmiyordum. Bende bıraktığı o izlenimin zamanla yanılgıya dönüşmediği bilmek garip bir iç duygu yaratmıştı ve bu iç duyguyla girmesine izin vermiştim içimin kapalı mekânlarından içeriye.
Onca zaman beraber paylaşıyorduk bu şehrin ekmeğini, kaldırımlarını, yüklü sıkıntılarla dolu insanlarını. Belki de aynı fabrikanın ürettiği o buram buram memleket kokan ekmekler yerini alıyordu soframızda. Aynı kaldırımdan binlerce defa geçmiştik, farklı zamanların yaşatıldığı anlarda, bu yüzdendi belki de ani bir sıcaklığın çökmesi yol üstünde üzerime; ayak izleriyle bütünleşmesiydi vücudumun. Senin İzlerindi bu ağır sıcaklığı çöktüren yüreğime. Ve paylaşıyorduk yüzyıllardır yüklü sıkıntılarla dolu insanlarına, günümüze kadar gelen ve insanlığın değiştiremediği tek gerçekti bu sıkıntılar. Belirlenmiş sorunlar arasında sıkıştırılmıştı insanlar. İşsizlik, yaşam kavgası ve gönül yaraları...
Gece kısık ışıklarını aynı semtin göğünde yansıtıyordu yüreğimize.
Birliksiz olan yüreklerimiz bilinçsiz aydınlanıyordu. Ve biz bu aydınlığın farkında bile olmadan giriyorduk gecenin koynuna. Bizi tek birleştiren nokta gecenin koynunda birleşmesiydi yüreklerimizin. Ben onun ruhuyla kurduğum bağlantılarla aydınlatıyordum gecemi. Kısık ışıklar bana işlemiyordu. Hükmedememenin verdiği sıkıntıyla sabahlıyordu. Oysa yansıyan kısık ışıklarla uğurluyordu şehrin son saatlerini. İletisiz ve en patisiz yaşıyordu.
Nasırsız, çizgisiz ve sıkıntısız büyütülmüştü elleri. Bu şehir ve getirileri incitmemişti onu. Öylesine beyaz ve nazik bir dokuya sahipti ki; yaşantımı belirli sınırlar altına almak adına da olsa uzak tutuyordum kendimi ondan. Kirli bir kan gibi hayatıma bulaşan bu sıkıntıların incitmesini istemiyordum onu. Bu uzaklığı kaygısız yaşamanın verdiği ferahlıkla karşılıyordum aydınlığı. Aydınlığın uzun sürmeyeceğini biliyordum. Başlayan hangi aydınlık uzun süreliydi ki ?
Bazen sezgilerimin olumsuz yönde sürüklenmesi için içsel, kendine özgü dualarda bulunmanın faydasızlığı; en az gün batımı renklerin değişmesi ve ağır bir karanlığın üzerime doğru geldiğinde hissettiğim acı kadar iyi biliyordum. Bu yüzden hep sezgilerimden uzak yaşamak için mücadele verdim. Mücadelemin geçersizliği kendimle her konuşmaya başladığımda; sürekli renk değiştiren bir bukalemun gibi yenileniyordu.
Hayat neydi? Yaşamak yalnız şu havadaki oksijeni içine çekmek; değildi. Bu dünyaya onu yaşatmak için mi gelmiştim? İri gözlerinin derinliğinde boğulmak, yüreğimin acısından ellerimin kanadığını görmek için mi bir noktada birleştirilmişti yollarımız? Varlığıyla verdiğim yaşam mücadelesi uzun vadelimiydi? Sezgilerim belki de kendine ilki yaşatarak işe yaramıyor, yazgısızlığımın süre gelen zamanını göremiyorum
AYŞE AYGÜN/ 2003
- Etiketler:
- Ayşe AYGÜN Deneme 15 (2003)