Ve yüreğimi sakatlayan, beni bu tekerlekli sandalyeye bağlayan ilişiksiz, ilişkimin beni nereye sürüklediğini bilmeden bırakıyordum kendimi derin bir yokuştan aşağıya. Kontrolünü sağlayamadığım bu sandalyenin iri tekerleklerine bakmaktan başka hiçbir şey yapamıyordum.
Zamanın bana ne gibi getiriler sunacağını bilmeden yaşamak; okumaya yeni başladığın, yere göğe sığdırılamayan bir kitabın sonunun nasıl biteceğini bilmemek, sayısız kurduğun senaryolarla bu karmakarışıklığın bir an önce bitmesini istemek kadar sıkıntı veriyordu.
Yola bir milim sevgi yakalamak için çıkılsa da küçücük bir mikro parçası görememek, yıkıntıların çoğalmasına ve bu yıkıntılardan kurtulmak için verilen mücadelenin anlamsızlığını yok etmeye yetmiyordu.
Sevginin mücadelesini vermek için merhametin ellerinden bir anne içtenliği gibi yürekten bir sıkışla tutması gerekiyordu. Onun sıcak, merhametli ve içten bir yüreğe sahip olduğunu biliyordum. Bu merhameti bana sunmaması beni incitmiyordu. Beni yalnızca hayatın bana; onun üzerinde sunduğu merhametsizlik incitiyordu. Sunduğu acımasız çizgiler bir noktadan sonra yazgımızın aynı noktada birleşmesini engelliyordu. Ve bu engeller omuzlarıma oldukça yüklü acılarla çöküyordu.
Kaçmak, kurtulmak, yeniden başlamak en az verdiğim mücadelenin anlamsızlığı yok etmek kadar zordu. Bütün yokuşlardan aşağı büyük depremlerle inen bu acı içime sinmişti. Tenimin altına sığınmış o yeşil damarlarda dolaşan kana karıştığını ellerime her baktığımda hissediyordum. Bu yüzden günüme görüldüğü zamanlarda koca buz dağlarım tırmanmış dağcılar gibi titriyordum. İçime karışan ruhumun yarısı büyük bir elektriklenmeyle diğer yansıyla buluşmak istiyordu. Gerçeksizlik kavramının bütün yoğunluğuyla yanında olması fikir değişimine uğratmaya yetmiyordu ruhumu.
Gerçekleşmesi imkânsız hayallerle dolu bir hayata bedellenmek korkutmuyordu beni. Ütopik yaşamak kanımdaki pıhtılaşmayı yok ediyor, içimde renkli petunyaların açmasını sağlıyordu. Eşsiz güzellikteki petunyaların açmasını görmek için böylesi seviyordum imkânsızlıkları. Belki de bu yüzden kendime sığınak diye seçiğim o insanların, o acıların yazılarını aydınlattığını söyleyen yazarlara karşı olan sınırsız bağlılığım, ahde vefa gösterişim vefasızlıklara.
Acı insanı aydınlatır mı ? Aydınlatıyordu, onlar gibi yaralarımı yazarak sarıyordum. Azalıyordu içimdeki boşlukların derinliği. Ve aydınlık bu azalmalarla 8 nokta şiddetinde yüzüme yansıyordu. İçime girmesi kolay değildi, ama yansımalar beni hayatta tutmaya yetiyordu. Yetimsiz değildi yüreğim, bazen bir bakış, bazen kulaklarım da çoğalan bir ses tonu, bazen de kurulan bir cümle, içimde yüzyıllarca yaşatmaya yetiyordu bir insanı. Seni yüzyıllardır yaşıyorum, acınla aydınlanıyorum. Bazen beklentisizliğimin biteceğini düşünmek, içimdeki en sağlam utanç duvarları yıkıyordu. Senin için verilen onca mücadelenin ve seninle yenilenen o yıkık duvarların çökmesini işletmemek için yüreğime sabırsızlığına dur diyordum…
AYŞE AYGÜN / 2001
- Etiketler:
- Ayşe AYGÜN Deneme 6 (2001)